
Geçenlerde, Botanik Bahçesi’nde düzenlenen Göteborg Japon Baharı Festivali ’ne katıldık. Sakura çiçekleri, koi balıkları, bonsai ağaçları ve haiku şiirleriyle çevrili bir dünyada birkaç saatliğine Japonya’da gibiydik. Kalabalıktı, evet. Ama parkın genişliği sayesinde o kalabalık, bir telaş değil; bir canlılık hissi verdi. İnsanlar gülümsüyordu. Kültür birleştiriyordu. Renkler, kokular, sesler — hepsi bizi bir başka coğrafyaya taşıyordu, nezaketle… Origami atölyesinde kağıtlardan kuşlar çiçekler katlanılıyordu.
Kaligrafi masasında fırçalar siyah mürekkebe daldı, kâğıtlarda harfler dans etti.
Sahneye samuraylar ve ninjalar çıktı. Japon dövüş sanatlarının disiplini ve estetiği, izleyenleri büyüledi. Hatta bana da genel hatlarıyla hem çıplak elle, hem de eldivenle nasıl olduğunu öğrettiler. Minnettarlığımı ifade etmek için “Arigato gozaymas” demesini de öğrendim 🙂

İlerleyen saatlerde ise Sakura dansları ve lirik sahne gösterileri başladı.
İpek giysiler içinde zarif figürlerle dans eden Japon sanatçılar, zamanı bir anlığına durdurdu sanki.
Festivalin enerjisini görmek isterseniz, aşağıdaki videoya göz atabilirsiniz.
Japon Baharı – Göteborg 2025
Gezerken aklımda bir soru:
Kültürü dünyaya tanıtmanın en zarif yollarından biri doğa olabilir mi?
Japonya bunu çok iyi yapıyor.
Sakuralar baharı müjdeliyor, bonsai sabrı öğretiyor, koi balıkları suyla uyumlu yaşamanın sembolü oluyor.
Origami, kaligrafi, dans ve dövüş sanatları ise bu doğanın içinde yaşayan kültürün şekilleri…
Peki ya biz?
Bizim ağacımız ne?
Bir ülkenin ağacı olur mu? Olur.
O an aklıma bir koku düştü:
Ihlamur…
İlk defa Trakya gezimizde Kırklareli’nde tanışmıştım ıhlamur ağacı ve onun mis gibi kokusuyla. Çocukluğumda bizim evde çay hemen hemen hiç demlenmezdi, sadece misafir geldiğinde… Annem de babam da gün boyu işte içtikleri için ve çayın çocuklar için sağlıklı olmadığını düşündüklerinden evde demlemezlerdi. Onun yerine ıhlamur, adaçayı olurdu bizim evde. Özellikle kış akşamlarında tarçınlı ıhlamur gibisi yoktu. Mis gibi kokar ıhlamur. Yalnızca güzel kokmakla kalmaz; sakinleştirir, iyileştirir, bir araya getirir.
Ihlamur, bize ait. Hem Anadolu toprağında yetişir, hem kültürümüzde yer bulur. Hikayemize eşlik eder.
Ve sonra, bir başka ağaç gözümün önüne geldi:
Erguvan…
Boğaz kıyılarını mora boyayan erguvanlar… Yalnızca göze değil, ruha da dokunan… İstanbul’la özdeşleşmiş, ama aslında hepimize aittir. Bir geçişin ve uyanışın habercisi, bir zarafet manifestosu. Bugün Japonya’yı bonsai ile anlatanlar gibi, belki bir gün biz de ıhlamurla, erguvanla kendi hikâyemizi anlatırız.
Belki bir gün bir şehir parkında “Türk Baharı” etkinliği yapılır.
Bir köşede ıhlamur kokar. Bir yerde erguvanlar açar.
Origamiye karşılık ebru, kaligrafiye karşılık hat sanatı, lirik danslara karşılık zeybek ya da semah sergilenir…
Bir başka noktada, bir çınar ağacının altında masal anlatılır.
Kültürü taşımak zor iştir. Ama ağaçlar bunu yüzyıllardır yapıyor.
Kökleriyle, gölgeleriyle, sabırlarıyla…
Göteborg Japon baharı festivali nde Japonya’yı yaşarken, aslında bir hayal de ektim içime:
Bir gün başka bir parkta, başka bir şehirde, bizim ağaçlarımızla bizim hikayelerimizi anlatmak.
Belki ıhlamurla. Belki erguvanla. Belki ikisiyle de…